Safari...O vahsi hayvanları yerinde görmek, yanınızdan geçip gitmelerini seyretmek...Su anda o hisse sadece heyecan desem o kadar az kalır ki, hayranlıgı da eklesek belki biraz daha anlam kazanır. Sunu belirtmem gerekir ki, gerçekten her insanın yasaması gereken bir deneyim bu.
Ben bu deneyimi Kenya'da yasadım. (Eger Temmuz ve Eylül ayları arasında gidebilirseniz, Tanzanya Serengeti'den Kenya Masai Mara'ya dogru olan büyük göçe tanıklık edebilirsiniz.)
Kenya'ya, daha doğrusu Safari'ye bir ön hazırlık gerekiyor. Hastalıklara, sivri sineklere (Haziran ayında bir tane sivri sinek görmedim) karsı önlem almak gerekiyor. Öncelikle sarı humma asısı olmanız gerekiyor. Bunu Istanbul'da Karaköy Sahil Saslık Denetleme Merkezi'nde olabiliyorsunuz. Ası, igne, denince karnım agrımaya baslar ama merak etmeyin hiç acımıyor :) Bu ası 10 sene geçerli, size bir karne bile veriyorlar.
Sadece ası da yetmiyor, seyahat öncesinde ve orada da sıtma hapı almanız gerekiyor.
Bavulunuzu hazırlarken ise çok sart olmamakla birlikte, daha çok pastel renklerde, uzun kollu, rahat kıyafetler götürülmesi öneriliyor.
Hazırlıklar tamamlandı, Haziran ayının bir Persembe gecesi Nairobi'ye dogru hareket ettik. Uçus yaklasık 7 saat sürüyor. Nairobi'den Masai Mara Ulusal Parkı'na küçük uçaklarla uçmak aslında daha mantıklı ancak biz karayolunu seçtik. Yolculugumuz 5 saat sürdü, bu 5 saatin belki de 3 saati, karayolu olduguna dair hiçbir belirti olmayan yollar üstünde geçti. Hatta sonlara dogru bol bol çukurlar da atlattık, sadece bir düzlükten geçiyorduk ve sorumuz suydu biz nereye gidiyorduk? Bu kadar sarsıntılı uzun bir yolculuktan sonra gerçekten bizi bir vaha karsılamalıydı.
Vahadan önce bizi zebralar karsıladı. Bu birdenbire karşımıza çıkan, kosturan hatta bir ara yol vermek zorunda kaldıgımız zebra sürüsünü çıglıkla atlattık. Gerçekten inanılmazdı, çok heyecanlıydı, tamamen kendi dogal ortamlarında, serbesttiler ve bizimle ilgilenmiyorlardı bile!
Bu ilk soktan sonra, o çöl vari toprak parçasından birdenbire bir yesilligin görünmesi ikinci soktu. Gerçekten bu zahmetli yolculuga degmisti. Sonunda Keekorok Logde'daydık. Doganın gerçekten ortasında olan bu lodge'da, bungalovlar var, bir de sizi sınırlayan ne bir duvar, ne de bir çit. Bu yüzden kendi kendinize etrafı kesfetmemeniz için özellikle uyarıyorlar. Ve de serbestçe dolasan maymunlara karsı, kapı ve pencerenizi de açık bırakmamanız gerekiyor. Özellikle aksamları, tek basınıza dolasmanız tehlikeli oldugundan, size silahlı bir otel çalısanı eslik ediyor.
Otelin bush dinner konsepti var. Yani diger otel misafirleri ile degil de, yine dogal bir ortamda, çalılıkların arasında, herkesten ayrı yemek yiyorsunuz. Açık büfe yemek, ates ve tabi ki yerliler var. Aksam yemegimizi bu sekilde aldık. Yemegimizi yerken, birtakım sesler duyduk, nedir diye birbirimize baktık. Bir süre sonra kırmızı kıyafetlerinin içinde yerliler zıplayarak, yani aslında kendi danslarını yaparak yanımıza geldiler. O karanlıgın içinde gerçekten farklı bir deneyim oldu.
Safari kısmında ise, gittigimiz ilk gün yani Cuma günü otele yerleştikten sonra bir turumuz oldu. Bir de Cumartesi günü sabah gün dogumu ile. Üstü açık cipler ile bizim gibi birçok turist grubu ulusal parkta bir tarafa bir bu tarafa dogru gidiyorduk. Çünkü hayvanlar nerede ise biz orada olmalıydık. Soförler sürekli birbirleri ile haberlesiyorlardı. Büyük besin (aslan, fil, bufalo, leopar, su aygırı) tamamını göremedik belki ama bol bol ceylan, antilop, bufalo gördük. Çita ve fil de görme imkanımız oldu.
Hepsi de biz yokmusuz gibi davranıyorlardı. Hele çita bize resmen poz veriyordu.
En etkileyici sahnelerden biri de, sabahki safarimizde kahvaltısını yeni bitirmis aslanların o siskinlik ile agır agır yanımızdan geçip gitmeleriydi.
Insanlar nankör denir ya, öyleyiz galiba, bu iki tur bize yetmisti, baska farklı birsey görmeyecek miyiz diye söylenmeye baslamıstık bile. :)
Ve Cumartesi ögle yemeginden sonra tekrar uzun bir yolculuga çıktık, Nairobi'ye dogru.
Ne yazık ki, sehri görecek vaktimiz yoktu, belki de zaten birsey kaçırmıyorduk. Kaçırmamamız gereken birsey vardı, o da Carnivore isimli restoran. Adı üstünde, sadece et var bu restoranda. Aklınıza gelebilecek her türlü et çesidi... Hatta hepsine uyumlu farklı soslarıyla beraber. Örnegin kuzu eti yiyecekseniz naneli bir sos öneriyorlar.
Etler siz durmak isteyene kadar gelmeye devam ediyor: timsah, domuz, geyik, devekusu etinden köfte, deve...Ben aralarından devekusu etinden köfteyi begendim.
Yemekten sonra yan tarafına diskosuna geçtik. Sanki bir zaman tünelinden geçmistik. Dans eden insanlar, müzik, sanki 90'lardaydık :)
Pazar sabahı eve dönüş yolundaydık bile. Kısa ama dolu dolu geçen bu seyahatten de çok güzel anılarla döndüm. Bu tarz bir deneyimi Güney Afrika'da da yasamak isterim sanırım...
Comments